“İnterseksler, rüyalar, enjektörler”*

by jinekolojiksiddet

Yıllardan beri rüyalarıma giren bir imge var. İğne ve enjektör. Bazen ben Filistinli bir militan oluyorum, annem İsrail askeri oluyor, başıma iğne vuruyor. Bazen ben iki kişi oluyorum, bir kadın, bir erkek. Erkek olan ben kadın olana iğne yapıyor, sarı bir ilaç var enjektörde. Bazen bir gemide gidiyoruz, bir adam koluma iğne yapıyor, ben kıpırdayamıyorum, bir yatağa hapsolmuşum.

14 yaşımda başlamıştı ne olduğunu bilmediğim iğnelerle maceram. Yaşıtlarım gibi regl olamıyordum. Kapı kapı doktorları, tıp fakültelerini gezdiriyordu bana ailem. Sonra o içlerinde sarı, koyu bir sıvının olduğu enjektörler geldi işte. Her seferinde ağlıyordum. Acıdan değil. Enjekte edilen ilacın ne olduğunu bilmek istediğimden de değil. Neden ağlıyordum halâ bilmiyorum. Sanırım sadece o sarı sıvının sözüm ona gerekliliği sinirimi bozuyordu, çevremde başka kimse ücra bir takım eczanelerden zar zor bulunmuş, piyasadan kalkmış iğneler vurulmuyordu. Kendimi yalnız hissediyordum. Dünyada bir tek ben diğerleri gibi olabilmek için tadilattan geçirilmek zorundaydım. Bunu kimsenin söylediği ya da benim kendime anlattığım da yoktu, söylemiyordum ama yalnız ve yabancı olduğuma dair uyku sersemi bir farkındalık sırıtıyordu bana dipten.

Doktorlar hiç bir zaman benimle konuşmadı. Yalnızca annem ve babamla muhatap oldular. Benim için işletilen bu süreçte ben daima yok sayıldım ve durumumla ilgili hiç bir zaman bilgilendirilmedim. At idrarından yapılan, menopoza giren kadınlara da verilen Premarin adlı hormon replasmanından içtim, vıcık vıcık, ağlak bir ruh haline sokuyordu insanı. Bu ilaçla birlikte her ayın bir haftası bir regl taklidi de yaşıyordum, rahim duvarında bir kanama oluşturuyordu ama yumurtlama filan yoktu çünkü yumurtalıklarım yoktu.

Aslında kalp hastalıkları için üretilmiş ama kazayla tüylenmeyi de azalttığı fark edilen, henüz deneme aşamasındaki bir ilacı da içtim. İnsanlar ergenlik dönemlerinden sokakta sigara ve flört kaçamakları, kumsalda gitar çalmalı yazlık arkadaşlıkları, babadan çalınan arabayla heyecanlı gece turları gibi şeyler hatırlar. Benim hatırladıklarım ise ultrason cihazları, soğuk ultrason jeli, kağıt havlular, hastane koridorları, büyümüş mü diye bakmak için memelerimi sıkan yaşlı doktorlar, haplar, iğneler, metal jinekolog aletlerinin buz gibi temasları ve tıp fakültelerinin bekleme salonlarında uzun bekleyişler. Bir de annemin benden gizli doktorlarla fısıldaşmaları var.

Liseyi bitirdiğim yaz da apar topar “Yumurtalıklarında kist var, ameliyat olman gerek” dediler. Oldum. Öncesinde bir psikiyatrist kadın gördü beni. Sinemayı sevip sevmediğimi sordu, iyi olup olmadığımı sordu. Çocuk sahibi olamayacağımı duymuştum jinekoloğa gidişlerimizden birinde. Psikiyatriste bunu sundum elimdeki tek veri olarak, ben zaten biliyorum dedim, böyle iyi, ben problem etmiyorum dedim. Hastanede çocuk koğuşuna yatırdılar beni. Ameliyattan çıktığımda klitorisimde bandaj vardı. Annemin ifadesiyle, sünnet olmuştum. Yumurtalık diye bir organım yoktu zaten, dolayısıyla kist filan da yoktu. Gelişmemiş bir testis dokusuydu laporoskopi ile içimden alınan. Klitorisimi de görüntüyü kurtarmak, beni normalleştirmek adına küçültmüşlerdi.

İnterseks bireylerde otuzlu yaşlarda rahim kanseri riski çok yüksek. Ama beni bu riskten kurtarmak için rahmimi almayı düşünmediler bile. Vajinam normalden daha dardı, ileride daha iyi bir cinsel yaşam deneyimleyebilmem için onu genişletmeyi düşünebilirlerdi belki bana sorup, onu da yapmadılar. Ameliyatın amacı beni daha sağlıklı bir insan yapmak değildi çünkü. Testosteron üretmesi muhtemel testis dokusunu çıkardılar ve klitorisimi keserek cinselliğimi sakatladılar. Uzun yıllar cinsel doyum benim için sadece hayaldi. Fiziksel zorluğunun yanı sıra, cinselliği bir başkasıyla paylaştığımda ruhsal dengem de kayıyor, gözümün önüne ameliyathane ışıkları geliyor, kendimi duşta ağlarken buluyordum.

Durumuma xy/xo turner sendromu dendiğini çok uzun zaman sonra kendi çabalarımla öğrendim. Bir vajinam, rahmim, klitorisim ve memelerim var ama kadınlarda görülen xx kromozomlarını taşımıyorum. % 88 xy kromozomu, % 12 xo kromozomu taşıyorum. Regl olmadığım için götürüldüğüm jinekoloğun klitorisimin büyük olduğunu fark etmesi üzerine endokrinoloji ve genetik kürsüsüne sevk edildim, yapılan kromozom testinde bu sonuç çıktı ama ben 18 yaşımda kendim öğrenene kadar bana söylenmedi. Turner, yüksek tansiyon, böbrek yetmezliği, çeşitli şekil bozuklukları gibi sorunlara yol açan bir tıbbi durum. Ancak interseksüellikle birleştiğinde bu sendromun yol açtığı sıkıntılar çok daha az görülüyor, bende de bedenimin tamamı turner sendromundan etkilenecekken kromozomlarımın % 12′si etkilenmiş halde. Kalan % 88 bildiğimiz erkek genetik yapısı. Ama insanın cinsel kimliğini belirleyen bu rakamlar değil elbette. Ben % 12 turner hastası kadın, % 88 erkek değilim, % 100 insanım. Aynı bedenin, aynı ruhun içinde bütünleşmiş, bana özel bir cinsel kimliğim var, bu kimliğin dişi bir enerjinin ağır bastığı bazı noktaları var, eril bir enerjinin ağır bastığı noktaları da var. Toplumsal ve politik olaraksa kadın olmayı seven ve savunan, kadınlığa atfedilmiş toplumsal kodların hepsini üzerine almayı reddeden ama kadınlık deneyiminin tam içinde bir interseksim.

İntersekslere sürekli pompalanan bir kemik erimesi korkusu var, bu korku aracılığıyla ömür boyu östrojen içirilerek cinsel kimlikleri manipüle ediliyor. Tıbbın bilimsel olmaktan çok ideolojik bir aygıt olduğunu yaşayarak gördüğümden ben bu korkuya prim vermedim, interseks olduğumu öğrendikten bir süre sonra hormon replasmanlarını içmeyi bıraktım, 7-8 yıl oluyor. Şimdilik durup dururken biryerlerim kırılmıyor. İleride ortalıkta tekerlekli sandalyemle dolaşırsam hapları içmediğime pişman olur muyum ya da bir sorun çıktığında telafi edebilecek kadar zamanım kalmış olur mu bilmiyorum. Belki bir doktor benle konuşmaya tenezzül etseydi, % 88′i erkek kromozomu taşıyan, östrojenle işi olmayan bedenimin neden dışarıdan östrojen almazsa kemik erimesiyle karşı karşıya kalacağını (ki aynı riski tamamen erkek kromozomlarına sahip intersekslerin de taşıdığını söylüyorlar), interseks olmayan erkeklerde neden böyle bir sorun yaşanmadığını mantıklı bir şekilde izah edebilseydi, o zaman ilaçlara devam edebilirdim.

Doktorlardan ve diğer sağlık personelinden 30 yaşıma dek “Bunun da işi zor. Yapacağımızı yaptık. Başka da bir halt olmaz artık. Yazık” cümlelerinin alenen okunduğu acıma ve tiksinme karışımı bakışlardan başka hiç bir şey görmedim, sağlığıma dair en ufak bir yardım, bedenime dair en ufak bir bilgi vermediler. Bu ülkede intersekslere tıbbi yardım diye bir şey söz konusu değil, bütün olay ebeveynlerle doktorlar arasında cenazeyi bir an önce paketleyip kaldırmaya dönük, gayet şark usülü, fonunda “Ne yapalım, bu garibi de Allah böyle yaratmış” diye yanık bir şarkı çalan bir sünnet ritüelinden ibaret. Düzgün psikolojik destek verilerek, belki hastanelerde interseks çocuk ve ebeveynlerin birbirleriyle dayanışmasını sağlayacak, doktorların bilgi verdiği, ebeveynlerin yardımlaştığı gruplar kurularak, tıbbi prosedür çocuğa bilgi edinme ve seçme hakkı verecek şekilde düzenlenerek, herşeyden önce interseks çocuğun bir birey olduğu hesaba katılarak interseksler için gerçekten işe yarayan, fayda sağlayan bir tıp mümkün olabilir. Ama, bireyin hiçe sayıldığı, laboratuar faresine dönüştürüldüğü, cinsel ve ruhsal olarak sömürüldüğü, aşağılandığı bir tıbbi sürecin ardından interseksler kendi hayatlarını yaşamaktan aciz, cinsel organları ve ruhları sakatlanmış, korkak kadın ya da erkek karikatürleri olarak yaşamaya devam ediyorlar. Ortadaki derin sessizliğe bakılırsa Türkiye tıp fakülteleri bu interseks zombileri üretmeye daha uzun yıllar devam edecek.

*Yazi daha once http://intersexualshalala.wordpress.com/ ‘da yayinlanmistir ancak biz yazarin izni ile tekrar yer veriyoruz.